Hepimiz bir zamanlar çocuk olmamıza rağmen çocukluğa uzak yetişkinler olarak devam ediyoruz hayatlarımıza. Aynı dönemlerden, aynı uğraşlardan, aynı mutluluklardan ve aynı üzüntülerden geçmemize rağmen büyüdükçe hiç yaşamamış gibi yabancılaşıyoruz çocukluğa. Çocuk kimdi? Ne isterdi? Çocuk doğası neye yatkındı ve nasıl gelişirdi? gibi sorular, bu çağda artık hepimizin sayfalarca araştırdığı bir uğraşa dönüşmektedir. Çağdaş eğitim anlayışlarında en etkin öğrenmenin yaşantı yoluyla ortaya çıktığı bilinmekte ve bizler bu yaşantıyı deneyimlememize rağmen çocuğun dilini çözmekte zorlanmaktayız. Yetişkinlik öyle güçlü bir süper ego geliştirmekte ki, bizler de benzer duyguları yaşadığımız o çocukça günlerin izlerinin yerine gerekliliklere kolayca alışabilmekteyiz.
Çocuğun dili dediğimizde aklımıza gelen kendi anladıklarımız değil, onların anlatmaya çalıştıkları olmalıdır. Kendilerini nasıl ifade ettiklerine, yani çocukların yöntemlerine odaklanmak gerekir aslında. Çünkü çocuklar ciddi manada bir yöntem kullanmaktadır ifadelerinde ve bu kullandıkları yöntemler sanattan doğmaktadır, sanat ise yaratıcılıktan… Çocuk doğası gereği yaratıcılığın belli unsurlarını içinde barındırmaktadır. Merak, hayal gücü, cesaret, çok yönlü düşünme, ön yargısız olma gibi özelliklere çocuk, doğası gereği yabancı değildir. Maria Montessori: ‘Çocuğun işi oyundur.’ demektedir. Eğer bir çocuk oyun oynarsa orada önyargısız bir birliktelik doğar. Aslında çocuğa yüklediğimiz değerlerin hepsi biz yetişkinlerin dilinden türetilmektedir. Çocuk ortaya bir ürün koymak ister, merak içindedir, keşfetme arzusuyla önyargısız birliktelikler kurar. Yaratır, yarattıkça gelişir ve en önemlisi kendini ifade etme alanı oluşturmaktadır. Çocuklar için sanat, çocukların kendilerini ifade etmelerini sağlayan en kolay yöntemdir. Bir yetişkin gibi karşımıza oturtup, onun duygularını en ayrıntılı bir biçimde öğrenemeyiz ama ‘bana bir okul resmi çiz’ dediğimizde; çocuğun okula bakış açısını, kendisini okulda nasıl gördüğünü, okuldakilerle olan ilişkisini nasıl konumlandırdığına dair birçok ipucu öğrenebiliriz. Bunu öğrenebilmek için de çocuğun diline değer vermek ve basite almamak en temel ilkemiz olmalıdır. Bir oyun hamuruna şekil vermek ya da bir resim kâğıdına boyama yapmak çocuğa duygusal haz verir. Sosyal ve duygusal gelişimini desteklediği ve geliştirdiği gibi duygularını ifade edebilme şansı bulurlar. Sanat etkinlikleriyle çocuğun öz farkındalığı gelişir. Dolayısıyla kendinin farkında olan çocuk kendini daha rahat ifade edebilme yöntemlerini keşfetmiş olur ve bu yöntemler çocuğa dışarıdan dayatma olarak verilmez. Çünkü sanatın ve yaratıcılığın ta kendisi çocuk gerçekliğine tam olarak uyar. Doç. Dr. Zeynep İnan’ın vurguladığı üzere: ‘Çocuklar, çeşitli yollar kullanarak (Örn: dans, kil, resim, müzik) dillenirler ve kendilerini ifade ederler. Çocuğun kendisini farklı yollar kullanarak ifade etmesi, hem başkalarıyla iletişim kurması hem de kendisini ifade etmesi açısından önemlidir’ . Bu ifade şekilleri resim, müzik, kil, drama, dans, heykel gibi güzel sanatların her dalıyla yapılabilir. Çocuklar, kolaj, dramatik oyunlar, çizim, hareket, gölge oyunları, müzik gibi güzel sanatların herhangi birinin aracılığıyla fikirleri ve duyuları sembolik olarak temsil ederler. Çocuğun olaylara, kişilere, mekâna, çevresine, yaşadıklarına olan duygularını ve düşüncelerini ifade eden bu yöntemler çocuk gerçekliğinin ta kendisidir. Bu ifade şekli ile birlikte duygusal boşalımlarını da bir dramatik oyuna, bir resim kâğıdına, bir fırça darbesine kolaylıkla yansıtabilir. Örneğin rahatlıkla resim, çocuğun ifade dilidir diyebiliriz. Benzer yaşta çocuklar benzer cevaplar veriyor, diyen Piaget şöyle devam etmektedir: Neden çocuklar benzer sorulara benzer yanlış cevaplar veriyor? Piaget’ye göre dengeyi bozan bir şey var ve çocuk, dengesini bozan unsurları da kağıda çizmektedir. Uzmanlar çocuk resimlerinde gözlemlediği üzere çocukların resimle kurduğu ilişki onların dengesini bozan duygularını anlamımızda oldukça yardımcı olmaktadır. Örneğin kaygılı bir çocuktan resim çizmesini istediğimizde; ‘Nasıl çizerim ki?’ cevabı alınabilmekte ya da dürtü problemi yaşayan bir çocuk sandalyeden resmi tamamlamadan hemen kalkıp 3 dakika içinde ‘bitti’ diyebilmektedir. 20 yıldır Avrupa’da yaşayan ressam Dilshad Questani, Ezidi çocukların yaşadıkları travmayı atlatamadığını ve bunu yaptıkları resimlerle ifade ettiklerini söylemektedir. Bunun tespitinde çocuk gelişiminden bağımsız hareket edemiyoruz. Çocuğun sanatla olan ilişkisinin de bir gelişim evresi var. Özellikle çocuk resimleri sembolik düşünmenin bir ürünüdür. Biz, çizdiği resimlerde çocuğun algısını ve aynı zamanda gelişim basamaklarından geçtiği evrelerin özelliklerini taşıyıp taşımadığını da görmekteyiz. Resim bu sanat dallarından çocuğun en rahat ulaştığı yöntemlerden sadece birisidir. Karalama dönemi ile kendi gelişiminde bulundurduğu çizme eylemi ile karalamaya başlayarak, dünyayı anlamlandırmanın ilk yolunu bulmaktadır. Çocuk, dünyasını bize açmak için diğer güzel sanatlar dallarıyla tanıştıkça yüzlerce dil keşfedecektir. Önemli olan çocuğun içinden gelen bu doğal eğilimin ortaya çıkacağı ortamları ona sunabilmektir.
Yukarıda bir çocuk dilinden resim örneği görmekteyiz. Bu resimde ailesi tarafından sürekli yaramazlık yaptığı ileri sürülen bir çocuğun yaşadığı eve olan algısı söz konusudur. Çocuğun dengesini bozan unsurlar resme yansıdığında resimde de kompozisyonu bozan imgelerle karşılaşırız. Resimde evin çatısı dışında başka bir çatının kompozisyonla ilgisiz olarak resimde var olması çocuğun dünyasının bize vermek istediği bir mesajdı sadece. ‘Neden orada bir çatı vardı?’ Çocuğun dili bize şunu dedi: ‘Çünkü evin çatısını çocuk bozmuş…’ Ailesinin bu ‘yaramaz’ kavramı sürekli çocuğun yanında ifade etmesini, evin düzeninin bozulmasından tümüyle çocuğun sorumlu tutulmasını çocuk, çoktan benimsemiş ve bunu bize ifade etmişti. Artık dünyasında sürekli yaramazlık yapan çocuk imgesi dolaşıyordu…
Ve bazen de çocuğun doğasına zarar veren ögelerin tespit edilmesinde çocuk resimleri mühim önem taşımaktadır. Yukarıda bir istismar olgusu yaşayan çocuğun ortaya çizdiği karanlık daire ilk başta bize anlamsız gelebilir. Kendisine bu dairenin ne anlama geldiğini sorduğumuzda anlamını bilmediğini ifade etmektedir. Ama anlamını bilmediği kocaman bir karanlığı, kendi dünyasını yansıtan resminin tam ortasına koyabilmiştir. Hayatının merkezini etkileyen bu büyük karanlık neyi temsil ediyordu? İstismarın tespitinden sonra anlaşılmıştır ki: Çocuğun bu dairenin anlamını bilmemesi çok normaldi, çünkü kendisi de bu travmatik olayı anlamlandıramıyordu. Ama çocuğun doğası, kavrayamadığı, anlayamadığı, karşılaşmadığı bir olayı dahi yansıtma ihtiyacı taşımaktadır. Biz, bu güzel sanatları çocuğa sunduğumuzda, çocuk sadece kendini ifade edebilme özgürlüğünü yaşamamakta, hayatında ifade edemediği duyguları da bu fırsatlar sayesinde bize sunabilmektedir. Pablo Picasso’nun dediği gibi resim yapmak günlük tutmanın bir diğer yoludur. Bu değerli yöntemlerin çocuk doğasına dokunuşları o kadar önemlidir ki, çocuğun ne hissettiğini, ne yaşadığını ya da ne yaşamak istediğini öğrenebiliriz. Prof. Dr. Sedat Sever’ in vurguladığı üzere; bir resme bakma, bir sergiyi gezmek, bir dans gösterisini izlemek ya da bir roman, bir şiir, bir öykü okumak; kişiyi, dünyaya sanatçı gözüyle bakan bir duyarlılık ile tanıştırır. Sanatsal etkinliklerle yoğunlaşan birey ise duygu ve düşünce boyutuyla yetkinleşmeye ve tepkilerini bilinçlendirmeye yönelir. Örneğin, drama çocukların kendilerini en rahat ifade edebildiği ortamlardan biridir. Harekete ve yaratıcılığa dayanan bir ortam çocukların zevkle çalıştığı bir alandır. Oyun oynamayan çocuğu tanımak zordur ve drama kendi içerisinde oyunsu bir süreçtir. Bu sürece dâhil olan çocuk canlandırdıklarının özelliklerine bürünürken kendini ve arkadaşlarını farklı açılardan görmeye başlar. Drama etkinliklerden heyecan duyduğu için özgürce kendini ortaya koyar. Bu yönde sanatsal etkinliklerle sadece çocuğun duygu ve düşüncelerini bizim anlamamız üzerine kurulu tek yönlü bir zemin oluşmaz. Çocuk bu dünya içerisinde kendi gerçekliğine uygun faaliyetler ortamlarının içinde bulunabildiği için mutlu bir çocuk olarak yetişir. Van Gogh’un dediği gibi: Mutluluk başarmanın keyfinden yaratıcı çabanın heyecanından türetiyor… Çocuğun gelişimi sanatın kendisiyle o kadar tutarlıdır ki, çocuk başarmanın keyfini çocuk, kendinden olanı, kendinde yabancı olmayan eğilimi açığa çıkarabildiği için başarmanın keyfini en çok burada hisseder. Bu keyif özgüvenli çocukların dünya sahnesine çıkması için değerli bir duygudur. Pablo Picasso’nun dediği gibi ‘Çocukken herkes bir sanatkârdır, zor olan yetişkinken sanatkâr kalabilmektir.’ Çocuk gerçekliğini keşfeden her yetişkinin mutlu ve başarılı bir çocuğu keşfedeceği de bir gerçektir.
Gül Candır
Kapadokya Üniversitesi
Çocuk Gelişimi Programı
Öğretim Görevlisi
Last modified: 17 Eylül 2025